Saturday, May 17, 2008

Boku Yemek

Boku yemenin tadini da cikarabilecegin zamanlar da vardir. O an boku yedigini dusundukten sonra bir cozum bulduysan yedigin bok icin, o bok hayatindaki o atraksiyonlardan biri gibi gelir, dersin ki; "amaan ne macerali hayatim var ayol."
Tanri'm bu hayat gercekten adil degil...
Neden boyle oldum yine?
Yeni bitanesinin baslamasini istemiyorum artik. 
Baslamamali.
Cunku eskilerinden hic cekmedigim kadar cektim.
Zihinsel, ruhsal ve duygusal cokuntulerin en agirlarini yasiyorum yoksa.
Ve bu onlardan oyle bir durum ki;
En imkansizliklarla dolu olani.
Istanbul'a dondugumde bu durum beni kivrandiracak.
Hic birseyin tadni cikaramayacagim yoksa.

Tuesday, May 13, 2008

-Zihinsel Cokuntu-

Geri sayima girdik. Tek elimin parmaklariyla sayilacak kadar azaldi burdaki gunler. Ama bu geri sayim yeni yila girerkenki gibi sonunda sevincle bitecek bir geri sayim mi, yoksa tam tersi mi olacak bilmiyorum. 

Bu ara uzun yazamiyorum, neden?... Belki aklim cok dolu su an. Cokuntuye ugramak uzereyim bu kadar cok sey yuzunden. 

Friday, May 9, 2008

Boktan durum.



Ne dinleyo oy oy: Couldn't Care Less -TheCardigans
Nerrede: Laundry Room
Ne iciyr: Citrus Green Tea

Yorum yok gercekten. Anlatilmasi mumkun degil. 
Hahahahahah.

Wednesday, April 30, 2008

Self-Relief

Life as I thought; was not supposed to be that way. Maybe I was dreaming too much, with all these in my head, dreaming to be someone perfect in all senses. Perfect life, perfect future, perfect people. 

Even if you know how to deal with life to get all these and you go for it, it doesn't work, and when you see it doesn't work, your hatred grabs your unconsciousness and starts to make you fall over your nightmares, which are actually what you avoid to do. 
...
That's right. At least that's what I experienced. 

...

You know what's right or wrong, but you choose the wrong one. It seems like the wrong way will make you forget your pain for a while, but you get blind to see what's next. And then, your life is built among those wrong choices. You may start to ignore your old manners and values. Whatever you become, if people around you starts to love "you" for being such a douche bag, you ignore what you had before. You also ignore that people around you love you just because of your money, car and shit. But your life is fine. You're surrounded by wealth, glamour, sex and fun. Picture is attractive. 
...
That's the process of forgetting the real life.
...
You heard of God. Maybe It exists, maybe not. But once you're in trouble, you believe it or not, you dare to beg for help. Because you know that no one can save your ass now, like before.
...
That's what happened to you.
...
But this is my blog. It's about me, not you. So, Im not going to write anything about what I feel for your current situation, but I can write about how good life I actually have compared to yours, even if Im troubled at the maximum level in here. 
...
That's for the next thing. 

Thursday, April 17, 2008

Mind's Play.


..
Olmadik kesifler. Olmadik olasiliklar. Olmadik yeni durumlar. 
..
Aslinda olagelen, ama benim farketmedigim olaylar ve durumlar. Ve en kotusunu dusundugumu sandigim olasiligin bile aslinda en iyi olasiliga yakin oldugunu anlamak.
..
Ve gercek en kotu olasiligin, aslinda GERCEGIN yuzune carpmasi sonucu daha onceden dusundugun aptal saptal ve yalandan olasiliklara gore hareket etmeme, yasamama ve duygulanmama gulsem mi aglasam mi karar verememek. 
..
Birinin yerine gecmek birdenbire. Bir anligina konustugum seylerin, sorularimin, tonumun bir yerlerden tanidik gelmesi. Daha onceden baskasindan duydugum seyleri, bir an baskalarina kendim soyledim. Ve soyledikce bana bunlari soyleyenin ne hissettiklerini, ne dusunduklerini bir an olsun anladim. Ve soyledikce hissettigim tek sey; sinsilik. Konustugum kisilerin tepkileri, benim daha once o baskasina verdigim tepkilerle ayni. Ve bi an baktim, sinsiligimle kandirdim, yedim, tavladim o insanlari bu gun, eskiden benim de basima geldigi  gibi. O laflarla kanmistim, tavlanmistim. Ama baska bir sey hissetmedim gercekten; sinsilik disinda. Kendi lehime olacaklarin heyecani disinda. Iste bu hisler, onun bana karsi hissettigi seylerdi gercekte. 
...
Bu gun bu olanlar, bu basima gelenler, herseyin son noktasi oldu sanirim. Artik endiselenecek, dusunecek, deger verecek hic bir sey kalmadi diyebilirim. Son bir kriz gecirebilirim bunun uzerine, ama bu krizden sonra hayatim eskisi gibi iyi ve huzurlu olacak, eminim. Riski artik belirlemis oldum bunun uzerine ve geri cekilmenin en iyisi olduguna karar verdim. 
...
Beni tutabilecek insanlarin kim oldugunu cok iyi biliyorum artik. Ama sundan daha cok eminim, burada degil o insanlar. 


Tuesday, April 15, 2008

Manyahh!

Ne dinliyeux: A FOREST - NOUVELLE VAGUE (mutis bi sarki hayatimin sarkisi)
Ne yapoux: Loving myself too much.
Neroux: Room
....
Kendi hayatimin filmini cekmeye karar verdim. Megalomanyakligim tuttu; gerci kendi hallerimi asiri begendigimden falan degil, gercekten filmi cekilmeye deger biri gibi hissediyorum. Hayir hayir, bu egoistligimden de degil, bilmiyorum, belki esi benzeri bulunmayan biri oldugumdan, yok yok yok kendimi ozel falan da hissettigimden degil. Mamafih burada OLMADIGIMI ima ettigim her turlu ozelligi tasiyorum. Yani megalomanyagim, egoistim. ozel hissediyorum...Saka. Yok yok saka degil. Peki, diyelim ki oyleyim (!) Olamaz mi? Hani her insanda a little amount of bunlardan bulunur. Belki bende cok bulunuyor? Rahatsiz bir insanim ben. Hahahha.


Neyse, ben de komik, rahatsiz, hafif melankolik, hardcore ve surreal bir boyografik film cekmeye karar verdim. Kendime aynadan baktim bugun. Butun bu yasadigim delilikler, rahatsizliklar, olaylar, stresler, sinirsel patlamalar, kendi kendine konusmalar, kendi kendine hesaplar vermeler, burundugum roller, kandirmalarim vs. aslinda o kadar komik ki. Bi an hayal ettim boyle seyler yasayan bir karakteri bir filmde, felaket sempatik geldi. Butun bu yukarida saydiklarim negatif olarak anlasilmasin. Pozitif bazilari; mesela mutluyken de deliririm, mutluyken de bi rollere burunurum eglencesine, mutluyken de kendi kendime konusurum. 
Cok manyak bir insanim ben. Gercek anlamda manyak. 
...
Kendime aynadan bakmama baktim sonra. O daha da bi komik. Kendi filmimi cekmeye karar vermem de bi komik. Kendi hayatimi filme cekmeye karar vermem de ayri bi film konusu zaten. Hangi deli derdini anlatamadigi halde bi sekilde kendi cekecegi filmde her seyi anlatabilecegini sanabilir ki. 
...
Oha. Bence bu cok deli bir beyin. Ben surekli bir sekilde kendi kendimin elestirisini yapiyorum. Kendim olaylari yasiyorum. Sonra ikinci bir bakis acisindan bakmaya calisiyorum buna, sonra ucuncu bir bakis acisindan ikinci bakis acimdan gormeye calistigim seyleri gormeye calisiyorum ve sonra 4, 5, 6 diye gidiyor. 
...
Ben biraz daha dusunursem deliricem heralde. Aslinda ben normal gorunurken disarda, kendi deliligimi sakliyorum. Yani benim asil normal halim o kadar deli ki. Neyse ben biraz abartiyorum, durmam lazim. Yazi yazmak cok tehlikeli. Gercekten.
....

Monday, April 14, 2008

Beware of those moments.

Bir insanin en tehlikeli olabilecegi anlar:
1.) Utu yaparken.
2.) Bir yaziyi temize cekerken.
3.) Facebook'a bakarken.
4.) Uykuya dalmadan onceki 1-2 dakika.


Kendi aklindan korkacaksin!
....
Sirf fiziksel bir efor gerektiren birsey yaparken tek basina, beyin biraz asiri calisiyor ve bir suru seyin probability sini hesaplamak, eskiden yaptigin bir seyi farkli bir sekilde interpret etmek, bir suru durumu ve olayi farkli bir acidan bakmak gibi seyler olageliyor. 
....
Facebook akla zarar zaten.
....
Uykuya dalmadan once kendini biyere kelepcelemek lazim. Sahsen benim beynim o siralarda fazla calisiyor ve beyin ishali yasiyorum. 
neyse.

Thursday, April 10, 2008

The Truth About Humans

Cok iddiali bir baslik, ama boyle. 
...
"Hayat devam ediyor." lafini ilk kez 6-7 sene once "The Impact" diye bi filmde duymustum ve bu laf neredeyse filmin ana phrase i falandi. Film dev bi goktasinin dunyaya carpmasindan onceki 24 saati konu aliyordu. Insanlarin bu korkunc felaket oncesindeki olaylari, iliskiler, devletin onlemi, bir suru karmakarisik olaylar vs. vs. Neyse, filmin ana karakterlerinden biri soyluyordu bu lafi ve cevresindeki insanlar bu lafa karsi bir suru reaksiyon gosteriyorlardi. Kiminin siniri bozuluyordu ve gulmeye basliyordu, kimi de sinirleniyordu. 
...........

Ben bu filmi o siralarda izlerken, bi anlam verememistim bu lafa; niye bu kadar onemliydi bu laf? Ne demek isteniyordu? "Hayat devam ediyor." Tabi iki hayat devam ediyor. Niye devam etmesindi ki? 
..........

Buyudukce bu laf bana anlamli gelmeye basladi. Ozellikle kisa zaman icerisinde dogal veya kaza yoluyla olsun tanidigim bir iki kisinin olumunu yasadigimda, varolusu yokolusu sorgulamaya basladigimda, hayatimda gercekten istemedigim seyleri kabul etmek zorunda kalmaya basladigimda ve son olarak kendim icin kararlar almaya basladigimda. 
..........

Ve dusunuyorum, Hayat Devam Ediyor lafi, hayat hakkinda en carpici, en gercek, en tokat etkisi yaratan laf. Biz eskiden dunya kendi etrafimizda doner sanirdik; donerdi de. Yanlis bir sey mi yaptik, istemedigimiz bir sey mi oldu, hemen sirtimizi donerdik ona, cunku hep onu duzeltecek insanlar vardi. Hayat devam ediyor degildi. "Ben devam ediyorum" du gecmiste. 
...........

Sonra baktik, artik bazi seylere sirt donemiyoruz. Onu oldugu gibi kabul edip, ona yuzumuzu donup kendimizle yuzlesmemiz gerekiyordu. Issiz bir yolun ortasinda karsidan son hizla gelen bir arabanin bizi ezmesi olasiligini bilerek beklememiz gerekiyordu artik. Cunku o araba yoluna devam etmek zorunda. Biz degil. Cunku bizim kararimiz yolun ortasinda durup beklemek. 
...........

Iste artik kendi kararlarimizin karsiligini almak zorundayiz. Olmedikce, sen o devam hayatin icindesin. Ne kadar kotu dusmussen dus hayatinda, bir sonraki adimini, hayatin sana etkisini dusunmek zorundasin. 
........
Biz. Kimiz biz? Bu gece konustugum butun insanlara bu yaziyi adiyorum.


Friday, March 28, 2008

Nouvelle Nouvelle L'age Pour Moi. C'est Vrai!

Ne Dinliyeux: "This is Not A Love Song", par Nouvelle Vague
Nereoux: A quel que place de mon ecole.
Ca Va?: Oui, ca va.
.....................................

Su an yazicak bir sey bulamiyorum. Aslinda yazabilecegim o kadar cok sey var ki aklimda, ama toparlamak simdik zor geliyor. Ama su an yazmak zorundayim, cunku bunu ertelersem asla ve asla yazamiyacagim. Tam gazimdayim yani, ama oyle oldugum halde yazasim gelmiyor, neyse denicez artik. Yine bu ilk paragrafta hesap verdigimin farkindayim. Bu aslinda genel bir sey.



Ben nedense birilerine, hatta kendime bile hesap vermeye o kada alismisim ki. Bunun nedeni su sanirim: kendi dusundugum seyde bile emin olamadigim icin kendi kendime bunu aciklama hissi hissediyorum. Eger kendime karsi acik olamiyorsam, kime karsi acik olabilirim ki. O yuzden sanirim bu kadar hesap verme, aciklama geregi duyuyorum. Bazi seyleri his olarak icimde yasamak degil, gayet concrete bir seylere cevirip (orn.: yazi, konusma, resim, pasta, ivir, zivir etc.) geri kalan 4 duyumla da hissetmeliyim. Yoksa o bana bir soru isareti olarak kaliyor.



Su an olmam gereken yer, bir kat yukarisi, studyoda gelecek projenin modelini insa etmem gerekiyor. James Wines bu gun yok. Su an uzerinde ugrastigi bir environmental architecture projesi Cin'de odul almis, o yuzden bi yerlere gitmek zorunda kalmis. Onun yerine caylak Nick bakiyor bize, ben de sordum kendi kendime, "ben bu uc bucuk saati daha verimli neye ayirabilirim?" diye.



Neredeyse 2 saattir bir seyler karisitiriyorum internette. Bu ara kendimi Facebook'tan uzaklastiracak bir seylerle doldurmaya calisiyorum, cunku bu durum sonsuza kadar gitmemeli. Facebook bir insan hayatini yiyip bitirebilir. Simdi de Facebook'tan daha sik girdigim bir site var ve hayatimin sitesi bu sanirim.



The Auteurs tamamen sinemanyaklar icin bi yer. Iyi bi sinema izleyicisinin, kritiginin addiction kapacagi bi yer. Hollywood dan bir shift gorulebilir, daha cok World sinemasina bir emphasize yapilmis, ki cok daha iyi. Zaten sitenin isminden anlasilacagi gibi; "The Auteurs", bir Fransiz term idir ki Jean-Luc Godard sayesinde bu laf anlam kazanmistir sinema tarihinde. Nouvelle Vague akiminin oncusu olmak da, himm evet iyi bir sey. Auteurs'a uye olanlarin buyuk bi orani da Godard hayrani zaten. Zaten bir cok film de o akimdan etkilenerek yapilmis, sadece Fransiz filmleri degil mesela.



Bu gun izledigim film; "Chicken Heart", Japon yapimi bi film ama buram buram Fransiz kokuyordu, ozellikle kamera acilarindan tut, muzigine, karakterlerin olay-durum  iliskilerindeki rol dagilimi vs. vs. ama bir tek avant-garde duran sey, filmin Japonya'da konu almasi. Hos bi film. Ani yasamaktan hoslanan, daha dogrusu hayat kosullari bu durumu yasamaya zorlamis olan uc tane ayri jenerasyondan Japon'u konu aliyor film. Gelecekleri silik, gelecegi planlamaktan "korkan", denemekten-zorlamaktan "korkan", "kacan" apayri kisilikler. Gulumsuyorsun filmde, ama buruk. Biraz egzistansiyalizme vurgu yapmis yonetmen Hiroshi Shimizu, ha birde egzistansiyalizm deyince aklima geldi; su Gaugin'in unlu resmi var ya, uzerinde su sorular yazan "Nereden Geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz?", biraz ondan da etkilenmisligi olabilir. Guzeldi.


Neyse, Godard Amerikan sinemasi disinda bi cok ulkenin "auteur" larinin inspiration u olmus. Ben bunu biraz suna bagliyorum, politik olaylara ve tarihe. Amerikan tarihi disindaki "tarih" bayagi birbiriyle baglantili cunku. Nouvelle Vague'un dogumu da biraz politik olaylara ve tabi iki ikinci dunya savasi sonrasi nation-wide syndrome
lara dayaniyor. Eskiye (savas oncesi) donme istegi, kahrolsun kapitalizm dusunceleri, realizm akiminin yerini alan neo-realizm  akimi filan falan o donemin Fransa'sinin yogun bi bicimde yasadigi seyler. Godard da bu yogunlugu cektigi filmlerle dile getiriyor. Tabi iki bu yogunluga karsi bir reaksiyonu var, rebellious bir tavri var. Butun bu bilinc alti phenomenasi (bu onceden bahsettigim bana ait bir teoriden alinti) scriptine, kamera kullanimina, cast secimine kadar etkili ouyor ve yeni bir akim doguyor. Detaylara girmek biraz uzun olur ama en onemli unsur burada su; etre une auteur. Yani auteur olmak. Cunku sinema tarihinde acilan bu yeni sayfada yonetmen her seyin core u. Filmi yaratan dusunceler, bakis acisi (aka kamera acisi), concepts, statements etc. her seyiyle film auteur'un kafasinin icini yansitiyor. 


Bunun criticism lari muhtemelen saymakla bitmez, ama sinemanin kisisel bir sanat haline getirilmesi acisindan guzel bir adim bu Nouvelle Vague.  

Izledigim bi cok film var The Auteurs'da ve hepsine ayri ayri bi ton sey yazabilirim. Ama bu biraz fazla time consuming olabilir sanirim. Ama bir gun "L'age D'or" hakkinda bir sey yazmaliyim yoksa tamamen icimde kalacak. 63 dakikalik bu Luis Bunuel filmi kisa zamanda cok sey anlatan bi film. Neyse, bunu daha sonra yazarim. 


Bazen dusunuyorum da, bu sayfaya yazdiklarim bir public presentation degil. Kim ne kadar okuyor emin degilim cunku. Okuyan birileri var, bana sunu guzel yazmisin su igrenc olmus diyen var diger platformlardan, ama ben bunu aslinda bir soliloquy seklinde yaziyorum. Cunku en basta dedigim gibi kendi dusuncelerimin hesabini veriyorum buraya yazdikca. Kimse okusun okumasin begensin begenmesin o kadar onemli degil. Cunku ben bunlari yazdikca, kendimi goruyorum. 


Aslinda bu sayfada gorunen yazilar benim sadece ufak bir parcam. Kendimle ilgili her seyi yazdigim baska bir yer var, ama o cok traditional bir sekilde muhafaza ediliyor. Bilmem, ben yazmayi cok seviyorum. Burasi daha cok criticism noktasi. Ilk basta bu kadar degildi ama yavas yavas ona donusuyor gibi. Daha iyi. Daha az emotional dusunceler, daha cok 3rd person sight for real-life situations and events olmali. 


Bu gun cuma ve mutis bir enerjiyle calismam gerek. Farkettim de, ben yazilarima tutunabiliyorum. Onlara tutunabiliyorum. Onlar beni tutabiliyor. 

Tuesday, March 11, 2008

I've Been You.


I’ve been you…  -Alice, from “The Closer

Hala asla cozemeyecegim bir seyi cozmeye ugrasiyorum. Su an dinledigim sarkiyla da (Furious Angels – Rob Dougan) su durumu acaip abartili derecede de dramatiklestiriyorum. Aslinda her seyin basit bit chemical reaction umsu bir olaydan ibaret oldugunu birileri soylese, gercekte oyle oldugunu biliyorum ama TAMAMEN baska birisinin bunu bana soylemesine ihtiyacim var. Evet, sirf bana bir iki sozcukle bunu soylesin, o zaman sanki her sey duzelecek. Bu durumu exactly ayni sekilde yasayan biri olabilir bu ancak. Ne hakkinda konusuyorum? Tabi iki beynim.

Hani su insan. Evet, bunu gayet kimyasal bir bakis acisiya anlatmaya calisacagim. Bakalim, bu homosapiens duyularim tarafindan son zamanlarda sik sik algilanir olmaya basladigindan beynim bu spesifik homosapiense karsi ayri bir reaksiyon merkezi olusturdu. Bu garip reaksiyon merkezi her insan yasaminda bir kac kez olusur ya da olusmaz, ozellikle aktive ettigi metabolizmik olaylar arasinda sunlar bulunur (o spesifik homosapiens ile karsilikli etkilesim icerisinde bulunuldugu zaman): Kalp carpintisi, mide agrisi, eksesif adrenalin salgisi, beynin surekli O’nun imgesini gorme organlarina yollamasi ve ozellikle beyin-agiz arasindaki sinir sisteminin allak bullak olmasi sonucuyla ortaya cikan; psikolojik terimiyle “Aptalca konusmak” durumu. Nasil bir durumdan bahsettigim anlasilmistir umuyorum. Bu tamamen Romiyo&Julyet fenomeni veya daha post-modernize edilmis ornegiyle HandeYener&KadirDogulu fenomeni desek.

(Bu ornegi vererek ikisine olan mutis sevgimi(!) belirtmek istedim)

Neyse, bu chemical processi ben yasiyorum, ve bu duruma neden olan homosapiense olan hislerimin aslinda baska nedenlere dayanmasi gibi bir paranoyak sorunsala sarmaya basladim. Biraz once. Cunku, su sirada, hatta bir kac aydir kafamda yarattigim ideal “kendim”i yine canlandiriyordum iki saniye once. Fantasy iste. Ve birden kafamda simsek cakti. O ideal “kendim”, o homosapiens’in kiz versiyonundan baska birsey degildi!!!! Yani, ben bir kiz oldugum icin yani.

Ben bir sekilde O olmaya calisiyorum! Bu yuzden, aslinda o chemical reaction degilde, sirf bir HAYRANLIK mi var acaba diye dusunmeye basladim. Garip. Ne hissedecegimi bilmiyorum su an.

Off bilmiyorum. Su an guzeller guzeli Philadelphia’dayim. Philadelphia’nin gokdelenlerine bakan odada kisik sesli Bebel Gilberto dinliyorum, mumlari da yaktik, televizyon acik ama sesi kapali, sehir yasiyor, mutluyum, ideal yerimdeyim su an. Hep boyle olsa.


Friday, February 29, 2008

Perceptual Madness
















...

Ne yiyor: Noodle Cup 
Ne iciyor: Strawberry juice
Ne dinliyor: MEZZANINE - MASSIVE ATTACK

...
Surekli birseyler hakkinda birseyler yazasim var. Su sira korkunc bir beyin ishali yasiyorum; bir durum veya olay hakkindaki olasiliklar seline boguluyorum veya o durumlar veya olaylarin extensionlarini yaratip, senaryo yazip kafamda canlandiriyorum veya herhangi birsey durup dururken aklima gelip konuyor, butunuyle beni dagitiyor. Bunlarin hepsi sanki kafayi yiyecekmisim hissine kaptiriyor beni, bazen kendi kendimi sesli uyariyorum: “Aycan, sus yada dusunme artik!” Ama
 diyorum ki, her dusundugumu kagida dokebilsem. Cunku bazen inanilmaz seyler geliyor aklima, bir fikir veya icat ettigim birsey, nebilim, bu dusunduklerimi yayinla
mam lazim diyorum. Ama beyin ishali halim beni bu durumdan alikoyuyor. Cunku beynim artik durmak bilmiyor ve yazmaya baslayincaya kadar yeni bir seyler dusunmeye baslamisim bile. Sorun: TOPARLAYAMAMAK.
...
Son zamanlarda aklim, insanlarin (ozellikle sag beyni daha cok calisanlarin) creative processlerini etkileyen bilincalti psikolojisi phenomenasi diye adlandirdigim bir durum hakkinda kafa yoruyor. Niye bilmiyorum, aslinda biliyorum. Cunku bende ayni durum soz konusu. Sag beyni daha kuvvetli olanlarin, yani sanatcilarin, yazarlarin, cizerlerin, mimarlarin vs. bir sekilde bilincli bir sekilde algiladiklari dunyanin yani sira bilinciz bir sekilde algiladiklari ve algilamis olduklari birseyler varya, onlar aslinda creative processlerinde daha etkili oluyor ve bir urun cikarma sirasinda fark etmeden onlar seni yonlendiriyor. 


Bu yuzden bazi artistlerde
 soyle bir durum soz konusu: Mutis bir product cikariyorlar, insanlar appreciate etmeden duramiyorlar ve sonra soruyorlar, “Bunu neden, nasil, nerde, nicin yaptiniz??!?!?” Bu
nun cevabi genelde karmakarisik bir sekilde aciklanmis philosophical bir alinti oluyor, direk copy-paste. Ama bu sadece bir ustunu ortme ya da daha dogrusu toplumsal beklentiden dogan sozcuklere dokme zorunlulugu. Aslinda, hic sozlere veya en asagi 35 kelimeden olusan karmakarisik yazilara gerek yok. Hepsi yer kaplayan birseyler, boslu
gu doldurmak icin. Kotu anlamda asla soylemiyorum. 

Gecenlerde YK de Mehmet Guleryuz’un sergisi vardi, duvarlarin buyuk bir kisminda metin yazarinin (adini hatirlamiyorum) aciklamalari yer aliyordu. Okudum, yanimda da Lale Uluc vardi, hani Harvard’dan mezun sanat tarihcisi yani. Sergi hakkinda bi bakis acim degisti mi? Hayir. Gordugun sey. Nasil bir interpretation yapiyorsan yap, sen sanatcinin kendi interpretation uyla sinirli kalmamalisin eger bir art-appreciat
or uysan. Veya degilsen, cunku sanat herkes icindir. Kendin dusundugun hersey, ne olursa olsun, o sanati sanat yapan dusunce pool’una bir katkidir.

Beyin ishalim yine et
kisini gostermeye basladi diye dusunuyorum, neyse konudan sapmiyim. Sanatcinin cikardigi eserin hangi momento dan etkilendigi bilnmez, ama oyle bir perceptual affection based moment soz konusudur. Bu da benim tezim iste!

Ha bir de aklimi su sira celen bir durum var, insanlarin distortion sevdasi. Artik uyarlamadan sikil
madiniz mi yaa? Yeni bir seyler uretmek yerine birseylerin combinationunu yaratip insanlarin onune atmak. Bu bence bir basari degil. Herhangi bir konuda olabilir yani. Bir de bu distortionlarin ayrica etkiledigi bir boyut var, herkesin kabul ettigi bir perception u tepetaklak ediyorlar.

 Misal, sirf Alice in Wonderland’da Alice’in mantar yemesinden sonra ga
rip garp yaratiklar goruyo ya da fantastic biseyler oluyo diye bunun interpretation u Alice’in “LSD manyagi-personal fantasyleriyle turn on olup da bunu magic mushroom yiyerek aklindaki Wonderland’i feci concrete hale getirmis bir pervert” olmasini gerektiriyor? Bu tanim, gecenlerde izledigim bi video
sonrasi cikardigim bir sey. Hani point out etmeye calistigim sey, cocuklarin saf saf izledigi, seker bir animationun icine neden ediyosun. Tamam, cocuklara biraz once tanimladigim sekilde Alice in Wonderland’i gostermek anlatmak sorunda degilsin elbet ama herkesin elinde olan bir sey degil bu. Media portrayal’in nasil olacagini sadece iyi insanlar kontrol etmiyor artik. Her turlu insan kontrol ediyor ve senin ne izleyecegini cok iyi biliyorlar. Bu yuzden bazi seylerin pure kalmasi biraz biraz imkansiz hale geliyor.

Aslinda benim gibi conceptual artist-architect-entertainment business person u olmayi planlayan biri icin Alice’in psikopatlik hali gayet cekici bir durum, ama baskalarina olan effect in responsibility sini dusunmek de lazim.


Bunlarin hepsini yanimda goz altlari sismis bir sekilde hararetle birseyler anlatan James Wines varken yazdim. Adami eskiden mimarlik dergilerinde falan gorurdum, bakardim “Aaa bu herifin bi otopark projesi var sustainable design la kafayi bozmus” diye konusurduk Atilla’yla. Ne garip dimi: Adam su an bizim
 okulda bizim section da ders veriyo, ben de 3 adim yaninda bunlari yaziyorum. Hahah. Bisey de degilmis yani.